Karşınızdaki kişinin size değer vermediğini, olması gereken değeri görmediğinizi veya önemsenmediğinizi hissettiğiniz bir dönem oldu mu? Ya da böyle anları sık sık yaşıyor musunuz? Peki böyle anları yaşamaktan sıkılıp ”Ben de başımın çaresine bakarım, kimseye ihtiyacım yok.” dediğiniz anlar oldu mu?

Eminim herkesin dönem dönem böyle hissettiği zamanlar oluyordur. Peki bu sorunun temelini hiç dinlemeyi bilmemek açısından düşündünüz mü? Evet, bence bu şekilde hissetmenin en önemli nedeni; dinlemeyi bilmemek. Araştırmalara göre bir günde vaktimizin %70-80’ini iletişim için kullanıyoruz. Bu zamanı iletişimin türlerine bölersek -ki bu durum da kişiden kişiye değişmekle birlikte- %5-8’ini yazmak, %10-15’ini okumak, %30-35’ini konuşmak ve %45-50’sini de dinlemek için kullanıyoruz. Bu kadar yüksek orandaki bir kısmı dinleme ile geçirdiğimiz bir günde dinleyerek sağlıklı iletişim kurmamız gerekirken dinlediklerimizin %70-90’ını tam olarak dinlemiyor, dinliyormuş gibi görünüyor, yanlış anlıyor ve yanlış yorumlayıp algımıza göre değiştiriyor olmamız da oldukça ilginç ve çarpıcı bir sonuç. bu sonuç da elbette hem ilişkilerimizi hem sosyal yaşantımızı hem de kariyerimizi fazlasıyla etkiliyor.

Koçluk eğitimleri sırasında öğrendiğim bir bilgi bu konudaki fikrimi de doğrular nitelikte. Eğitim sırasında hocamız dinlemenin 3 seviyesinden bahsetmişti:

  1. seviye dinleme: Karşındaki kişiyi kendi gündeminden yani kendi bakış açından dinleme
  2. seviye dinleme: Karşındaki kişiyi gerçekten merak ederek yaşadıklarını ve onun bakış açısını dinleme
  3. seviye dinleme: Karşınızdaki kişinin anlattığını dinlerken vücut dilinden ve jest ile mimiklerinden aslında anlatmadığı detayları da fark etmeye çalışarak dinleme

Bu açıdan değerlendirirsek karşımızdaki kişiyi 2. ve 3. seviyeden dinleyebilirsek, karşımızdaki kendini rahat ve değerli hisseder. Önemsendiğini bilen insan iletişime daha açık hale gelir. Problemler daha kolay çözülür ve herkes için ortak bir amaca uygun sonuçlara ulaşılabilir. Fakat, günümüzdeki ilişkileri incelediğimizde herkes karşısındaki kişiyi 1. seviyeden yani kendi gündeminden dinliyor. Böyle olunca da aslında diyalog sandığımız ya da diyalog olması gereken iletişim monolog haline dönerek can sıkıcı bir çıkmaza giriyor. Kişiler kendi hissettiklerine göre cevap veriyor ve karşı tarafa sürekli; ”Sen önemsizsin, benim dediklerim ve yaşadıklarım daha değerli, ben daha önemliyim, sen okey değilsin.” mesajını veriyor. Eğer bu bireyler zaten yaşamın erken dönemlerinde (küçüklükte) öğrendikleri bir ”Ben okey değilim” mesajı var ise (ki bu çoğu insanda vardır), bu hissettikleri duygu pekişiyor ve ortaya öfke çıkıyor. Yani bu noktada da içimizdeki çocuk önemli. Tüm senaryolarımızın ve diyaloglarımızın temelinde bu içimizdeki çocuk tarafından oynanan ”Benimki seninkinden daha iyi!” dediğimiz basit oyun olduğuna inanıyorum. Sadece yetişkinler kendilerini daha fazla önemsediklerini biraz daha sofistike biçimde oynarlar. Sonuçta yine de ”Benim düşüncem daha önemli” mesajını verirler. Örnek vermek gerekirse; Bir tanıdığımız (yakınımız) ciddi bir kaza geçirmiş ve bunu bize anlatıyor. Detaylarda canının yandığından, maddi manevi hasar gördüğünden, canının sıkıldığından bahsediyor. Eğer biz ”Evet ya geçen sene üst kat komşum da kaza geçirdi, iki ay hastanede yattı.” şeklinde bir cevap verirsek bu cevap karşımızdaki kişiye onu hiç anlamadığımızı, aslında yaşadığı kazanın hiç önemli olmadığını düşündüğümüzü ve kendisine değer vermeyip onu önemsemediğimizi hissettirecektir. Belki gerçek amacımız bu olmasa da verdiğimiz cevapla bunu ifade etmiş oluruz.

Sonuç olarak yapılması gereken insanların kendini iyi, değerli ve önemli hissetmelerini sağlamak için insanları ikinci ve üçüncü seviyeden dinlemeyi öğrenmektir. Bizler değişirsek etrafımızdaki kişileri ve çevremizi etkileriz, böylece insanlar değişebilir. Buna dikkat edildiğinde mutlu ilişkiler, mutlu arkadaşlıklar oluşacak ve insanların birbirine kucak açtığı ve anlayış gösterdiği bir toplum yaratmak mümkün olacaktır.

 

Taylan İpçi

Profesyonel Koç